VESİLE VE ŞEFAAT
Canibim.Com

VESİLE VE ŞEFAAT - Canibim.Com

                                  Vesile ve şefaat

Prof. Dr. Haydar Baş

 

Sohbetlerimizde "vesile var mıdır" şeklinde sorularla sıkça karşılaşıyoruz. İslam akaidinde vesile, hem maddi varlıkların ve hem de manevi varlıkların vücut bulmasında söz konusudur.

 

Ama vesile konusunu anlayabilmemiz için bazı temel tespitleri yapmak zorundayız. Aksi halde, manevi sahadaki vesileyi ilmi hakikatleri bilmeden reddetmek, manevi varlığa "esas fail" demek, kişiyi küfre düşürecektir.

 

İslam akaidine göre, mahlûkun vücut bulmasında yaratıcı tek olup, Cenab-ı Vacib'ul Vücut'tur. Esas fail de tek olup, yalnızca Allah'tır. Allah'tan başka fail aramak ise küfürdür.

 

Ancak Allah, kendini gizlemek kastı ile araya sebepler silsilesini koymuştur. Yine, Allah'tan gayri maddi ve manevi var olan her şey yaratılmıştır. Cenab-ı Hakk, maddi ve manevi varlıkların yaratılmasını ise bir takım sebeplere bağlamıştır.

 

İşte vesile konusundaki sıkıntı da buradaki inceliği anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Sebeplere sarılmak -haşa- Allah'ı inkar değildir. Ancak yaratılan varlığa "esas fail" demek küfürdür.

 

Bu tespitlerden sonra maddi sahadaki varlıkların meydana gelmesinde, Allah ı zikretmeden ve de inkâr etmeden; "dünyayı aydınlatan güneştir", "yağmuru yağdıran buluttur" ve "meyveyi ağaç verir" gibi cümleler kullanılması küfrü gerektirmez.

 

Çünkü bu olayların meydana gelmesinde, dünyayı aydınlatmada güneşi var eden, yağmur için bulutu yaratıp hareket ettiren ve meyvenin oluşmasında ağacı vesile eden Allah'tır. Bu Sünnetullah'tır.

 

Doğa olaylarında ve maddi varlıkların meydana gelmesinde esas ve tek fail Allah'tır.

 

Bu bilgi müminin kalbinde daima tasdik halinde mevcut olduğundan, o mümin, vesileyi zikrettiğinde Allah'ı anmış gibi olur.

 

Aynı durum insan ilişkilerinde de geçerlidir

 

Bir kişi arkadaşından, "bana şunu ver" diyerek bir eşya istese, bu talep küfür olmaz. "Rabbim bana şunu ver" diyerek ihtiyacını Rabbinden istemez de, sebeplere sarıldıktan sonra verenin Allah olduğunu bilir.

 

Sebeplere sarılmak o kadar önemlidir ki, sebepleri devreye koymadan kulun "tevekkül" etmesi yanlıştır.

 

Buraya kadarki izahlarımızdan çıkan netice; kâinatta fail-i hakiki yalnız Cenab-ı Hakk olmasına rağmen, sebepler silsilesini anmak küfür olmaz.

 

Maddi sahada mümkün olan vesile manevi sahada da aynen geçerlidir. Manevi mahlûkatın meydana gelmesinde de yine sebepler silsilesi vardır.

 

Bu sebeplerin anılması veya kulun sebeplere sarılması asla "esas ve tek faili" inkâr değil, bilakis Sünnetullah'a uymaktır.

 

Kur'an-ı Kerim'de, vesilelere sarılmak konusunda ikazlar ve örnekler yer almaktadır. Cenab-ı Hakk, Maide suresinde şöyle emretmiştir:

 

"Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'na (yaklaşmaya) vesile arayın." (Maide, 35). Bu emri yerine getirmek ibadettir.

 

Cehennemde azabın, cennette nimetin bulunduğu hakikatinde, azap ve nimet Allah'tan olmasına rağmen, cennet nimete, Cehennem de azaba vesiledir.

 

Yine, kulların hayır ve şerrini tespit eden Allah'tır. Bu işe de, Kiramen Katibin meleklerini vesile kılmıştır.

 

"Kulların üstünde galip O'dur ve üzerinize, amellerinizi yazan 'Hafeze' melekleri gönderir." (Enam, 61).

 

Allah, Bedir'de Peygamber (s.a.a.v) ordusuna melekleri ile yardım etmiştir. Bu hususta, Cenab-ı Hakk, şöyle buyurur: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size: "gerçekten Ben arka arkaya bin melaike ile imdat ediyorum" diye duanızı kabul buyurmuştu." (Enfal, 9).

 

Ayetler ile sabittir ki, maddi ve manevi sahada mevcut varlıklar konusunda vesileye sarılmak haktır, Sünnetullahtır.

 

Cenab-ı Hakk, maddi ve manevi işleri sebeplerle halk ederken, kulların kendine ulaşmasında maddi ve manevi vesileler araya koymuş mudur? 

 

  Cenab-ı Hakk'ın Sünnetullah gereği, maddi ve manevi olayları sebeplerle var ettiğinden bahsettik. Sebepler, maddi varlıkların meydana gelmesinde olduğu kadar, manevi varlık tabir edilebilecek muhabbet, aşk gibi hallerin vukuunda da geçerlidir.

 

Burada önemli olan nokta, rahmete ve Allah'a ulaşmaya vesile bu hallerdeki feyiz ve muhabbeti Cenab-ı Hakk'ın zatına mal ederek şirke düşmemektir. Feyzin ve muhabbetin de yaratılmış mahlûk olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

 

Bugün ise "Şefaat var mıdır?" sorusunu cevaplayacağız

 

Dünyada Allah'a ulaşmaya ve kâmil bir mümin olma yolunda ilerlemeye vesile olan peygamberler ve velilerdir. İnsan, Allah'a kul olma yolunda ne kadar çaba sarf ederse etsin, emirleri ve yasakları ne derece hassasiyetle gözetirse gözetsin, onun nihai kurtuluşu Cenab-ı Hakk'ın rahmeti iledir.

 

Peygamberimiz (sav), "Amellerinizde mu'tedil olunuz, doğru olunuz ve biliniz ki, sizden hiçbir kimse yalnız ameli ile kurtulmuş olmayacaktır" buyurmuştur.

 

Ashab-ı kiram, bunun üzerine "Sen de mi ya Resulullah (sav)" diye sordular.

 

Peygamberimiz (sav), "Ben de ancak Allah, rahmet ve fazlı ile beni ihata ederse" buyurmuştur.

 

Lügatte aracılık yapmak, vesile olmak anlamına gelen şefaat; insanların kurtuluşu için dünyada nasıl nebi ve veliler vesile kılınmışsa, zorlu hesap gününde de yine nebilerin ve velilerin vesile kılındığını ifade etmektedir.

 

"Şefaat hak mıdır?" sorusunun cevabını ayet ve hadislerle değerlendirmek gerekir:

 

Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:

 

"O gün Rahman'ın izin verip sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez." (Taha, 109)

 

Ve yine, "O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez." (Yunus, 3)

 

Şefaat haktır ve mahşer gününün dehşetinde Allah'ın izin verdiği kulları şefaat hakkına sahiptir.

 

Resul- u Ekrem (sav) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Her peygamberin Allah'u Teâla'dan bir dileği vardı; onu diledi ve Allah indinde icabet ve kabul olundu. Fakat Ben duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat tahsis ve tehir ettim."

 

Yine Peygamberimiz (sav): "Kıyamet günü geldiğinde (umumi surette ) Ben şefaat ederim. Bunun üzerine Ben: Ya Rabbi! Gönlünde hardal tanesi kadar iman olanları cennete koy, diye niyaz ederim; bunlar Cennete girerler. Sonra Ben, ya Rabbi, hardal tanesinden az imanı olanları da koy diye şefaat ederim" buyurmuştur.

 

En büyük şefaat yetkisi Hz. Muhammed Mustafa Efendimizindir

 

Hatemül Enbiya'nın mahşerdeki büyük şefaatine, "şefaati uzma - büyük şefaat" denilmektedir.

 

Daha sonra her peygamber Cenab-ı Hak tarafından kendi ümmeti hakkında şefaate mezun olacaktır. Hatta peygamberlerden başka şüheda ve evliyanın dahi şefaat edecekleri naslar (ayetler ve hadisler) ile sabittir. Peygamber Efendimiz (sav), önce kendi ümmetine ve sonra sadece ona ait bir şeref olmak üzere diğer peygamberlerin ümmetlerine de şefaat edecektir.

 

Allah, Peygamberimizin şefaatinden ayırmasın. 

 

Tüm GÜNCEL MESELELER