En güzel örnek Hz. Muhammed Mustafa (sav)
İslam Peygamberi (sav), cahiliye toplumu olarak adlandırılan her türlü ahlaksızlığın ve toplum düzenini bozan hayat tarzının yaşandığı bir ümmetten İslam'ın örnek neslini yetiştirmiştir.
Hz. Aişe'nin dediği gibi, Kur'an olarak özetlenebilecek ahlakı ile ayık insanın zor bulunduğu, kumarbazlığın, ribanın, tefeciliğin, hırsızlığın, soygunculuğun sıradanlaştığı; zina ve fuhşun günlük hayatın parçası haline geldiği bir ortamda örnek insan numunelerini ortaya çıkarmıştır.
O, içinden çıktığı toplum ve kıyamete kadar gelecek insanlar için en güzel örnektir.
Resulullah'ın en üstün örnek olması, seçilmişliğinin yanı sıra hayatın bütün yönlerini kuşatmasından kaynaklanır.
Hz. Peygamber, en iyi ve müşfik aile reisiydi, oysa her peygamber evlenip çocuk sahibi olmamıştır. Resulullah en iyi devlet kurucusu ve reisiydi, oysa her peygambere devlet kurmak nasip olmamıştı. Resulullah, İslam ordusunun başkumandanı ve savaşçısıydı ancak her peygamberin askeri alanda rehberlik yapması mümkün olmamıştı.
Adeta O, kendinden önceki bütün peygamberlerin sahip oldukları en bariz vasıfların, güzelliklerin ve özelliklerin özü, özeti ve mecmuu idi.
Denilebilir ki, Hz. Muhammed Mustafa dışında hiçbir peygambere hayatın ve insanlığın tümünü kuşatan bu kadar üstün vasıflar bahşedilmemiştir.
O, mir'atullah (Allah'ın aynası) idi. Bu da iki yönlü özellikti. Birincisi Hakk'ın boyasıyla boyandığı, Allah'ın sıfatları kendisinde tecelli ettiği için yanına gelenler O'nda Cenab-ı Hakk'ı seyrederlerdi. O'nu dinleyen, O'nu seyreden yanından ayrılmak istemezdi.
Bu vasfıyla Hz. Resulullah (sav) Efendimiz insanları, Allah'a ve O'nun sevgisine, Cenab-ı Hakk'ı da insanların kalbine taşırlardı.
İkinci olarak da halkın aynasıydı. O'na bakan kendi güzelliğini ya da çirkinliğini görürdü.
Bir gün yanına gelen Ebu Cehil, "Ne kadar çirkinsin ya Muhammed, âlemin tüm çirkinliğini sende seyrediyorum" dediğinde, Resulullah Efendimiz, "Doğru söyledin" buyurmuştur.
Ardından Hz. Ebubekir aynı meclise gelmiş ve "Ya Resulullah, ne kadar güzelsin, bütün güzellikleri sende seyrediyorum" demiş. Hz. Peygamber ona da "Doğru söyledin" diyerek mukabele etmiştir.
Ashabdan bazıları "Ya Resulullah; birisi güzel, birisi çirkin konuştu, ikisine de doğru söylediklerini bildirdin, bunun hikmeti nedir?"
Âlemin Fahri, şöyle buyurdu: "Mü'min kamil ayna gibidir. Ona bakan kendisini görür. Dolayısıyla bize Ebu Cehil baktı, çirkinliğini seyretti. Ebu Bekir baktı, güzelliğini seyredip tasvir etti."
Hz. Peygamber, kendileri için "Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti" buyurur.
Bu sebeple, her an yeni bir tecelli ile yeniden doğan, böylelikle kemal üzerine kemali, nur üzerine nuru sergileyen Cenab-ı Hakk'ın vitrini olma şerefine ermiş bir vücut ve ruhun sahibi idiler.
Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'in de bu üstün hali överek, "Ve Sen şüphesiz yüce bir ahlaka sahipsin" (Kalem, 4) buyurmaktadır.
Allah Resulüne "Din nedir?" diye sorulduğunda, "Güzel ahlaktır" buyurur.
Öyleyse Hz. Peygamber, güzel ahlak için yegâne örnektir.
Eğer, inandım diyen bir toplumda imana, ibadete, adalete ve merhamete rastlanılmıyorsa, iman ettiğini söyleyenler çok da olsa iman kökleşmemiş, ibadetin özüne varılamamış; kardeşlik, hak, hukuk olduğundan bahsedilse de hakikatine erişilememiştir.
Yaşadığımız toplumda herkesin birbirinden şikâyet etmesi, ahlakın bozulması, aynen cahiliye devri gibi her türlü çirkinliğin hayatın olağanı haline gelmesi de Hz. Peygamber'le aramıza perdeler çekilmesi nedeniyledir.
O ve seçilmiş Ehl-i Beyt'i unutuldukça bugün yaşanan acı tablo kaçınılmazdır.
Nitekim Cenab-ı Hakk, Cuma Suresi'nin 2. ayetinde Hz. Peygamber'in bu yönüne dikkat çeker:
"Kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O'dur. Onlar daha önce şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler."
Kısaca bugün bazılarının kelime-i şehadetten Muhammedür Resulullah kısmını çıkarmaya çalışmaları boşa değildir.
Zira Hz. Peygamber'siz ne din olur, ne güzel ahlak olur, ne de Allah'a giden yol bilinir.
O'nun güzel ahlak ölçüleri ve getirdikleri ile mümin arınır, kitabı ve hikmeti öğrenir.
Allah şefaatinden ayırmasın.
Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt
… Ehl-i Beyt'in fertlerini kaleme alıyoruz. Hz. Fatıma annemizi, İmam Ali'yi, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'i anlatıyoruz.
Hakim, Mecmaü'l-Beyan'ında şu hadisi nakleder:
"Peygamber şöyle buyurdu: 'Allah peygamberleri muhtelif şecerelerden yaratmıştır. Ama Beni ve Ali'yi bir şecere ve ağaçtan yaratmıştır.
Ben o ağacın kökleri mesabesindeyim. Ali ise o ağacın gövdesi. Fatıma ise o ağacın meyve vermesine bir vesiledir.
Hasan ve Hüseyin bu ağacın meyveleridir. Bize tabi olanlar da bu ağacın yapraklarıdır.
Birisi tam 3 bin yıl Allah'a ibadet etse dahi bizim ailemizi sevmediği sürece Allah onu yüzü üstü ateşe atacaktır.'"
Hz. Peygamber ondan sonra Meveddet Ayetini tilavet buyurdu. Yani, "De ki: Ben bu (peygamberliğimi tebliğime) karşılık sizden yakınlarıma sevgiden başka hiç bir ücret istemiyorum." (Şura 23)
Sünni hadisçi İmam Müslim'in Sahih adlı eserinde, "Mübahale Ayeti nazil olunca Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı ve 'Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir' diye buyurdular" şeklindeki hadis rivayet edilir.
Bazıları Peygamberin hanımlarını veya Haşimoğullarını da Ehl-i Beyt'in içinde kabul etmeye çalışsa da hadislere ve ayetlere göre Ehl-i Beyt beş kişi ile sınırlıdır.
Cenab-ı Hakk'ın (cc) sevilmesini ayetle farz kıldığı Ehl-i Beyt, kuralları Kur'an-ı Kerim'in iki kapağı arasında emredilmiş İslam dininin yaşayan canlı numuneleridir.
Onlar, İslam terbiyesiyle yoğrulmuş güzel ahlakın, adaletin, cömertliğin, muhabbetin, Allah rızası istikametinde yaşamanın, nezaketin ve nezafetin örnekleridir.
Sünni dünya peygamberimizin Veda Haccı'nda buyurduğu, "Size iki emanet bırakıyorum. Biri Allah'ın kitabı Kur'an ve diğeri Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız sürece hidayettesiniz" beyanından Ehl-i Beyt'i çıkararak sünnetim ifadesini koymuştur.
Oysa sünnet, Ehl-i Beyt'tir. Her mezhep ve meşrebin merkezi Ehl-i Beyt'tir.
Ehl-i Beyt, Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk'ın (cc) doğru, temiz ve sevilmesini şart buyurduğu Peygamber ailesidir.
Sahabe-i Kiram, "Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey inananlar! Siz de O'na salat edin, içtenlikle selam edin!" (Ahzab 56) ayetiyle ilgili olarak Resulullah'a 'sana nasıl salât edelim?' diye sorduğunda şöyle buyurdu:
"Şu şekilde deyin: Allah'ım, İbrahim'e ve Al-i İbrahim'e bereket verdiğin gibi Muhammed ve Al-i Muhammed'e de bereket ver. Doğrusu Sen övülen ve ulusun."
Kur'an-ı Kerim'de Ehl-i Beyt ile ilgili ayetler pek çoktur:
-"Topluca Allah'ın ipine yapışın" (Al-i İmran 103) ayetiyle ilgili olarak İmam Cafer Sadık, "Allah'ın ipi biziz" buyurmaktadır.
-"Ey inananlar! Allah'tan korkun, doğrularla beraber olun." (Tevbe 119) Bu ayet hakkında İmam Muhammed Bakır şöyle diyor: "Yani Al-i Muhammed ile birlikte olun."
-"Bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Nahl 43) ayeti için İmam Muhammed Bakır, "Bu ayet nazil olduğunda, İmam Ali, "Zikir ehli, biziz; Yüce Allah kitabında bizi kast etmiştir" buyurmuştur.
-"Sen ancak bir uyarıcısın, her toplumun ise bir yol göstericisi vardır" (Rad 7). İmam Muhammed Bakır bu ayet hakkında şöyle diyor: "Uyarıcı Resulullah'tır. Bizden her zaman insanları Allah'ın Peygamberinin getirdiği şeylere hidayet eden bir yol gösterici vardır. Resulullah'tan sonra yol gösterici Ali'dir ve O'nun ardından birbirinden sonra gelen vasilerdir."
Ehl-i Beyt'e değerini Cenab-ı Hakk (cc) vermiştir. Bu sebeple tevhidin, İslam birliğinin merkezi Ehl-i Beyt'tir.
Bugün Şii - Sünni mücadelesi şeklinde Müslüman'ın Müslüman ile süregelen savaşının esasen batının oyunu olduğu iyi görülmelidir. Şii ve Sünni dünya kesinlikle bir ve beraber olmalıdır.
Kaynaklar savaşının yaşandığı Ortadoğu'da ve tüm dünyada İslam devletlerine ait olan kaynakların ve Müslüman dünyanın emeğinin sömürülmesinin önüne ancak böyle geçebiliriz.
Kaldı ki, hangi dinden olursa olsun can, mal, namus emniyetinin, din ve vicdan hürriyetinin temin edilebilmesi, Ehl-i Beyt anlayışının gönüllerde hâkim kılınması ile sağlanabilir.
Bütün insanlık da bu anlayışa muhtaçtır. İnsanlığın kurtuluşu için bu anlayışın hayata geçmesi de şarttır.
‘Oruçtan gaye, nefsi takvaya alıştırmaktır’
Oysa oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvaya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir
İmam Gazali Hazretleri şöyle buyurdu:
"Ramazan'da diğer azaları da günahtan alıkoymak gerekir. Meselâ el ve ayak gibi... Karnını iftar zamanında nefsin istediği şehvetlerden korumalıdır. Helâl yemekten çekinmek suretiyle oruç tutup, iftar zamanında haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda temin etmez ve manasız kalır. Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk bina edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer.
Çünkü helâl yemek ancak fazla yendiği takdirde zarar vericidir. Onun azı ise, faydalıdır. Bu bakımdan oruç, onu azaltmak için icat edilmiş bir ibadettir. Zararından korkarak ilâçları terk etmek, sonra da zehir almak, hamakattan başka bir şey değildir. Haram ise, dini yok eden bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilâçtır. Oruçtan gaye, helâli azaltmaktır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
'Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder.' (Nesâî ve İbn Mâce; Ebu Hureyre'den).
Bu hadisin tefsirinde bazı âlimler, akşam fazla yemek suretiyle harama giren bir kimsenin kast olunduğunu söylemişlerdir. Bazıları da, bu öyle bir kimsedir ki, helâl yemekten nefsini men ede, fakat haram olan gıybette bulunmak suretiyle orucunu bozar. Bazı âlimler de azılarını haramdan korumayan bir kimsenin kast olunduğunu söylemiştir.
İftar zamanında tıka-basa helâl de olsa yememek gerekir. Helâl de olsa tıka-basa doldurulan karın, Allah nezdinde en fazla buğz edilen kaptır. Oruçlu bir kimse, gündüz yemediklerini iftar zamanında tıka-basa yerse, acaba Allah'ın düşmanı olan nefis ve şeytanı nasıl kahredebilir ve şehvetini nasıl kırabilir? Bazen de kişi, oruçlu olmadığı takdirde yiyeceklerinin birkaç mislini temin ederek iftarda yer.
Hatta öyle âdet edilmiştir ki, yemeklerin en nefisleri Ramazan ayı için tedarik edilir ve o ayda, birkaç ayda yenilmeyecek kadar çeşitli yemekler yenir. Oysa oruçtan gaye, mideyi aç bırakmak, heva ve şehveti kırmak ve böylece nefsi, takvaya alıştırmaktır. Bu, orucun başta gelen hedefidir.
Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam akşam zamanı yemeğe karşı şehvetle isteği kabardığında, ona lezzetli yemekleri yedirip doyurursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da gelişir. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki, şayet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesilesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sakin olacaktı."
Bu geceler salavat geceleridir
İçinde bulunduğumuz gecelerin ihyasında şu ameller faziletlidir: İstiğfar etmek, zikir, kendimizin, anne babamızın akraba ve mü'min kardeşlerimizin dünya ve ahiretleri ile ilgili hacetleri istemek, Hz. Muhammed'e (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine mümkün olduğu kadar salat u selam etmek...
Ramazan geceleri Kadir Gecesi'ni aradığımız gecelerdir. Ehl-i Beyt Ekolü'nün âlimleri bu gecelerde yapılması gereken amelleri şöyle sıralıyorlar:
1- Gusül yapmak. Allame Meclisi bu guslün güneş batacağı sırada yapılıp onunla akşam namazının kılınmasının daha efdal olduğunu yazmıştır.
2- İki rekât namazı her rekâtta Hamd'dan sonra yedi defa İhlas suresini okuyarak kılmak. Namazın ardından da yetmiş defa, "Estağfirullahe ve Etûbu İleyh" söyleyerek Allah'tan mağfiret dilemek ve tevbe etmek. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadiste şöyle buyurmaktadır. "Kim bu ameli yaparsa yerinden kalkmadan Allah onu ve anne- babasını bağışlar."
3- Kur'an-ı Kerim'i açıp önüne konulur ve şu dua okunur:
"Ey Allah'ım! İndirdiğin Kitabın ve onda bulunan büyük ismin ve güzel isimlerin hürmetine ve Kitabındaki korkutan veya ümit veren (ayetlerin) hürmetine, beni cehennem ateşinden azat ettiğin kimselerden kılmanı dilerim Senden."
Ve bu duanın ardından da hacet ve dilekler Hak Teâlâ'dan istenir.
5- Bu gecelerin bir ameli de imkânı olanlar için İmam Hüseyin'in (a.s) mukaddes türbesini ziyaret etmektir. Uzakta olanlar da uzaktan o Hazreti selamlayarak ziyaret edebilirler.
6- Bu gecelerde ihya tutmak (bu geceleri yatmadan sabahlamak) da müstehaptır. Bir hadis-i şerifte şöyle geçer: "Kadir Gecesinde ihya tutan kimsenin günahlarını Allah bağışlar."
7- Yine bu gecelerde yüz rekât namaz kılmanın çok fazileti vardır.
Bu namazlarda her rekâtta Hamd'dan sonra on defa İhlas suresi okunursa daha faziletli olur.
Bunlara ek olarak şu ameller bu gecelerin ihyasında mü'mine gerektir:
İstiğfar etmek, zikir, kendimizin, anne babamızın akraba ve mü'min kardeşlerimizin dünya ve ahiretleri ile ilgili hacetleri istemek, Hz. Muhammed'e (s.a.a) ve Ehl-i Beyt'ine mümkün olduğu kadar salat u selam etmek.
Bir rivayette Resulullah'a (s.a.a.), "Kadir Gecesi'ne girdiğimizde (o gecede) ne isteyelim Hak Teâlâ'dan" diye sorulduğunda, Resul-i Ekrem (s.a.a.), "afiyet dileyin" buyurdu.