Allah kulunun tövbesinden sevinç duyar
Bir hadis-i kutside yüce Allah'ımızın "rahmetinin, gazabının önüne geçtiği" hakkında beyanı vardır. Bu beyan, Allah'ın biz kullarına her zaman rahmet nazarıyla baktığını, bizleri affetmek için sürekli fırsatlar yarattığını hatırlatıyor.
Allah'ın tövbe kapısının sürekli açık olduğunu, her fırsatta bizleri kendisine yönelip kötülüklerden vaz geçerek iyiliğe yönelmemizi emreden ilahi buyruklarını saymakla bitiremeyiz.
Allah biz kullarını sürekli, kendi menfaatimize bir davranış olan tövbe etmeye çağırıyor. Birkaç ayetle konumuzu taçlandıralım:
"Ey İman edenler! Allah'a samimiyetle tövbe edin" (Tahrim/8)
"Hepiniz Allah'a tövbe edin, ey müminler. Belki böylece korktuğunuzdan kurtulur, umduğunuzu elde edersiniz."(Nur/31)
Ama maalesef Allah'ın bizleri affetmek konusundaki iştiyakı, kullarında var mı? Diye kendimizi sorguladığımızda, maalesef çok da iç açıcı bir cevap veremiyoruz.
Yüce Allah'ın bizleri affetmek için bahaneler yaratmasına karşılık, insanların genel karakteri günah ve suça yöneliktir. Ve maalesef tövbe konusunda da çok gafil ve cahiliz…
Her konuda olduğu gibi tövbe konusunda da Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed (s.a.a.) Efendimiz bize örnek teşkil etmektedir.
Bir hadislerinde "Ey insanlar! Allah'tan tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben O'na günde yüz defa tövbe ederim." (Müslim / Zikir / 42)
(Hadis âlimleri buradaki rakamdan çok, sürekli tövbe etmemiz konusuna dikkat çekildiğini haber veriyorlar.)
Elimdeki eserlerden tövbe konusunda ayet ve hadisleri araştırırken, Allah'ın kulunun tövbesinden sevinç duyması hakkındaki hadis-i şerif dikkatimi çekti. Bu hadis-i şerif aynı zamanda büyük bir müjdeyi de haber veriyor.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor bu hadis-i şerifte: "Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ'nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zaman duyduğu sevincinden daha fazladır." (Müslim/Tövbe/1)
Bazen bir konuyu daha iyi kavramamız için Peygamberimizin verdiği bu tip örnekler, insanın ufkunu açmakta ve o konuya iştiyakımızı artırmaktadır.
Bakar mısınız değerli dostlar? Allah kulunun tövbe etmesinden sevinç duyuyor. O zaman bizlerin yapacağı en akıllı davranış, kendi menfaatimize olan tövbe fiilini; davranışlarımıza hâkim kılmamızdır.
Tövbe edince bir yandan Allah'ı memnun etmiş oluyoruz, bir yandan da bu memnuniyetin karşılığı olarak günahlardan arınmış oluyoruz. Yani her yönden kazanç elde etmiş oluyoruz.
Rabbim günahlarımıza tövbe etmeyi ve bu sebeple Allah'ı memnun edip rızasına ermeyi nasip eylesin. Âmin.
Kimi sevmemiz lazım!
İman ve küfrün çizgilerini, dinin sahibi yüce Allah (c.c.) belirlemiş ve habibim dediği o Kutlu Resul'e (s.a.a.) indirmiş olduğu yüce kitabında, bu çizgileri açık bir şekilde beyan buyurmuştur.
O İslam dininin sahibi olan, Allah (c.c.) kimi sevdiğini ve kimleri sevmemiz gerektiğini bizlere Kuran-ı Kerim'inde şöyle bildiriyor:
(Ey Resulüm!) De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız, Bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlayıversin. Allah Gafur ve Rahim'dir." ( Ali İmran/ 31)
Muhakkak ki Allah, muttakileri, tövbe edenleri, kendisine tevekkül edenleri, Muhsinleri; her işinde, her sözünde Allah'ın rızasını gözetenleri, sabredenleri, adil olanları, salih amel işleyenleri, birbirine hakkı tavsiye edenleri ve bunun gibi Yüce Kitabı Kuran-ı Kerim'inde, neleri sevdiğini ve sevmemiz gerektiğini, biz kullarına bildirmiştir.
Bunun yanında; haddi aşanları, taşkınlık yapanları, zalimleri, israf edenleri, ifsat edicileri, bozguncuları, büyüklük taslayanları, böbürlenenleri, kibirlenenleri; kendisine, Yüce Kitabına, Peygamberine, değerlerine, kardeşlerine ihanet edenleri, küfürde ve günahta ısrar eden hiç kimseyi sevmediğini, Yüce Kitabında Allah (c.c.) açıkça beyan buyurmuştur.
Allah-ü Teâlâ, Müslümanların bile, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a.) Efendimizi nasıl sevmeleri gerektiğini ve Ehl-i Beyt'ine nasıl bir sevgi ve meveddet göstermeleri gerektiğini en ince ayrıntısına kadar Kur'an-ı Kerim'inde bizlere bildirmişken;
"Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır." (Ahzap / 6)
"(Ey Resulüm) De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak Ehl-i Beyt'ime sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun güzelim mükâfatını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir." ( Şûrâ / 23)
İnanan bütün Müslümanları, Peygamber (s.a.a.) Efendimizin buyurduğu "Allah indinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır. Arap'ın Arap olmayan (acem) üzerine bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap üzerine bir üstünlüğü yoktur. Siyah derili olanın beyaz derili üzerine bir üstünlüğü yoktur, beyazın da siyah derili üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takva iledir" hadis-i şerifi doğrultusunda; Arap, Acem, Türk, Kürt, Laz, Çerkez vesair kavimleri, tenlerinin renklerine bakmadan, mezhep taassubuna girmeden sevebilen aziz milletimize, yalanla yanlışla hadsizlik yapıp, kimse ölçü vermeye kalkmasın!
İlk başta 'Müminler kardeştir' (Hucurat 10) ayet-i kerimesinin emri mucibince kardeşlerini sevebilmeyi öğrensin de, Peygamber (s.a.a.) Efendimizin buyurduğu gibi;
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız" hadis-i şerifini iyi anlasın.
Herkes bu din hakkında ne konuştuğuna ne yazdığına dikkat etsin, çünkü bu din, Allah'ın dini.
Zilzal Suresi
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı,
2- Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı,
3- Ve insan: "Ona ne oluyor?" dediği zaman.
4- O gün yer, bütün haberlerini anlatır.
5- Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir.
6- O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır.
7- Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir.
8- Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.
Hz. Fatıma-tüz-Zehra(r.a) anamız anlatıyor:Hz. Ebu Bekir'in(r.a) halifeliği zamanında Medine'de bir sarsıntı oldu. Bundan korkan halk,Hz. Ebu Bekir ve H.z.Ömer'in yanına geldiklerinde, hepsi birden Hz. Ali'nin evine doğru gittiler. Onlar daha Hz. Ali'nin evine varmadan önce, kendisi onları dışarıda karşıladı ve onlarla yüksek bir yere çıktı. Hz. Ali yere oturduktan sonra onlara hitaben buyurdu ki: 'Şu gördüğünüz mü, sizi korkuttu?' hepsi dediler ki: 'Bu gördüğümüz bizleri nasıl korkutmasın ki, şimdiye kadar böyle bir sarsıntı görmedik.' Hz. Ali, dudaklarını kıpırdatıp, eli ile yere vurduktan sonra şöyle buyurdu: 'Sana ne oluyor? Sakin ol!' Yer, bunun üzerine hemen sakin oldu. Orada bulunanların hepsi de olanlara şaşırdılar. Hz. Ali buyurdu ki: 'Sizler, şimdi yapmış olduğumdan mı şaşırıyorsunuz?' Dediler ki: 'Evet'.
Hz. Ali buyurdu ki: 'Şanı Yüce olan Allah'ın: "Yer, o şiddetli sarsıntı ile sarsıldığı, ağırlıklarını dışarıya çıkardığı ve insan: 'Buna ne oluyor?' dediği zaman..." buyurmuş olduğu o insan benim. Daha sonra yer bana bütün haberlerini söyleyecektir.'
Şeyh Kuleyni (r.a) İmam Sadık (a.s)'dan şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İza zulzilet'il erzu zilzaleha" (Zilzal) suresini okumaktan yorulmayınız. Çünkü kim müstahap namazlarında bu sureyi okursa, Allah Teâla zelzeleyi (depremi) ebedi olarak ona ulaştırmaz, normal ölümle ölene dek zelzele, yıldırım ve dünya afetlerinden biriyle canını kaybetmez. Öldüğü zaman, Hak Teâlâ yanından kerim bir melek ona nazil olur, onun başucunda oturur ve şöyle der: Ey ölüm meleği! Allah'ın dostuna yumuşak davran. Çünkü o, beni çok anıyordu.
Zilzal Suresi, kıyamet gününün niteliklerini anlatmakta ve o günde yargılanmanın çok zor, çok dakik ve adilane olduğunu vurgulamaktadır. Dünyada işlenen hayır veya şerrin karşılığının ahirette ödül veya ceza olarak alınacağı bildirilmektedir. Surede anlatılanlara göre, yeryüzü içindeki hazineleri dışarı çıkarması, kabirlerdeki ölülerin dirilip dışarı çıkması, yer altındaki madenler, gazlar ve lavların dışarı çıkması gibi çok büyük olaylar meydana gelecektir.
Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "İzâ Zülzilet" suresi Kur'ân-ı Kerim'in dörtte birine denktir." (Tirmizi)- Not:Hadis:"Kıyamet alametlerinden biri " o gün depremlerin çok olması."
ŞERİAT VE TARİKAT,HAKİKAT ARASINDAKİ FARKLAR
Şeriat,Peygamberler vasıdasıyla gelir,hakikat,Allah Teala’ya yakınlık ile kazanılır.
Şeriatın gelmesi vasıtalıdır, arada Peygamberler vardır.Hakikatın gelmesi için bir vasıta yoktur. Allah onu yakınlığına aldığı kuluna vasıtasız verir.
Şeriatla Allah Tealanın emir ve yasaklarına işaret olunur.Hakikat ise sır yolu ile gelen keşiflerdir.
Şeriat Allah Teala’nın emir ve yasaklarıdır. Hakikat de bu emir ve yasaklarını icabına göre icra etmektir.
Şeriat,Allah Tealanın kullarına hitabı ve kalamıdır. Hakikat ise o hitap ve kalamın kullar üzerinde tatbikinin hüküm haline gelmesidir.
Şeriat O’na ibadettir. Hakikat ise O’nun varlığına şahadettir.
Şeriat,Kitap ve Sünnettir,hakikat da minnet ve kahrını müşahededir.
Allah Teala Hz. Kur’anı Kerim’den ayeti kerimelerde şeriat ve hakikatın arasını birleştirmektedir.Bu ayeti kerimeler mealen:-“Kur’an,ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ve alemlere bir öğüttür.”(Tekvir Suresi:28) buyurmakla bu ayet-i kerimede bir şeriat hükmü ifade edilmekte,yine mealen:”Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (Dehr Suresi:30) buyurmakla da bu ayet-i kerimede bir hakikat hükmü ifade edilmektedir.
“Dileyen O’nu öğüt kabul eder”(Abese Suresi:2) buyurmakla ve bu ayet-i kerime ile bir şeriat hükmü gösterilmekte, “Allah dilemedikçe öğüt alamazlar”(Müddessir Suresi:56) ayeti kerimesi ile de bir hakikat hükmü bildirilmektedir.
Bize bildirilen (iyyake na’büdü) “Allahım.Ancak Sana kulluk ederiz”(Fatiha Suresi:5)fermanı şeriatı muhafaza içindir.Şeriat makamıdır
“Ve iyyake nestein”bu makam da hakikat makamıdır.
“İyyake na’büdü” ebrarın makamı,”Ve iyyake nestain” de mukarreblerin makamıdır.Ebrar, Allah için yaşayanlar,mukarrebun da Allah ile yaşayanlardır.Evvelki ifadede kulluk .Allah içindir. İkinci ifadede ise Allah iledir.
Allah için olan ibadet sevap,Allah ile olan ibadette yakınlık kazandırır.Allah için olan ibadet,gerçek ibadet yapmayı hedef seçer.Allah ile olan ibadette iradeyi düzeltir.Allah için olan ibadet,ibadet eden kulun kulluk sıfatıdır.Allah ile olan ibadette ibadete niyet eden herkesin sıfatıdır.Allah için yapılan ibadet, zahirdeki hükümlerin ifasıdır.Allah ile yapılan ibadet,batın ile huzura duruştur.
Kim ki şeriatsız hakikata bağlanmaktan söz ediyorsa, o kimse sapıklık içindedir.Öğleleri kendilerine uyanlarıda doğru yoldan saptırırlar.
Bundan anlaşılıyor ki, hüküm sebeplere,emre ve nehye uyup uymamaya göredir.Buna göre hüküm farktır,kulluktur ve şeriattır.Allah Tealanın tasnifine göre ise cemdir.Tevhid’tir,hakikattır.
Hakikat,şeriatın içidir.Bir şeyin dışı içinden,içi de dışından ayrı olamaz.
Hz. Akşemseddin'e göre kulluğun 5 mertebesi
Genel bir ezber vardır, mahlukatın beşer olanı hakkında kullanılır sürekli, “Hepimiz Allah'ın kuluyuz”. Oysaki hepimiz Allah'ın kulu değiliz. Zira kulluk, boyun eğmek, can u gönülden itaat etmek manalarına gelir. Zira kulluk bir insanın ulaşabileceği en yüce mertebedir. Sevgili Peygamberimizin, sultan peygamberlik yerine kul peygamber olmayı ihtiyar etmesi bu yüzdendir. Kulluk makamının sahibi Rasulullah Efendimiz'dir. Bir kişi Resul-i Ekrem Efendimiz'e benzediği kadar kuldur. Bu yüzden “Hepimiz Allah'ın kuluyuz” ezberini bozmamız gerekiyor. Hepimiz olsak olsak Allah'ın mahlukuyuz, bazımız Allah'ın kulu.
Kulluğun en kestirme tanımı Allah'a karşı boynu bükük olmaktır. Kulluğun çeşitli mertebeleri vardır. Er-Risaletü'n Nûriyye adlı eserde Akşemseddin Hazretleri kulluğun beş mertebesi olduğunu söyler. İnsanın yaratılma gayesi olan kulluğu Akşemseddin Hazretleri şu şekilde beş kısımda değerlendiriyor:
1. Ten kulluğu
Şeriatın va'zettiklerini seve seve yapma yolunda olmak, Allah'ın emirlerini tutmak ve sakınmamızı istediklerinden azami derecede sakınmaktır. Bugün bunları yapanlar evliya olarak bilinse de Akşemseddin Hazretleri ve diğer veliler için bu, kişinin insan olmasının ilk adımıdır. Kişiye bir yükseklik kazandırmaktan ziyade, çukur olmaktan korur.
2. Nefs kulluğu
Akşemseddin Hazretleri, kulluğun ikinci mertebesi olarak nefs kulluğunu zikreder. Nefs, kulun yerilen ahlâkı ve amelleri anlamına gelir. Nefs, mutasvvıflarca genel olarak kulun kötü huyları, çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli olarak, kişinin ayak bağı olarak tarif edilir.
Akşemseddin Hazretleri'ne göre, bu kulluk derecesi, ten kulluğunun bir üst derecesidir. Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamanın yanında, nefsini terbiye etmekle de uğraşan kişinin kulluğu bu derecededir. Bir tarikata mensub olarak o tarikatın edep ve erkanına uygun bir şekilde nefsini tesviye etmek için çabalamak, nefsin isteklerine muhalefet etmek ve direnç göstermek, bu kulluk derecesinin vasıflarıdır.
3. Gönül kulluğu
Gönül, bir şeyi bulunduğu halden bir başka hale çevirmek, bir yönden diğer bir yöne çevirmek, bir taraftan öbür tarafa döndürmek gibi anlamlara gelir. Akşemseddin Hazretlerinin tarifine göre bu kulluk derecesi, dünyadan ve dünyanın içindekilerden vazgeçip, tamamiyle ahirete yönelme derecesidir. Bu kulluk derecesinde kişi, dünyalıklardan yüz çevirerek, yönünü yalnızca ahirete döndürür. Kişiyi Allah'tan ayıran, ona Allah'ı unutturan her neyse dünyadır.
Gönül, nazargâh-ı ilahidir. Yüce Allah, kişinin gönlünü ve amelini değerlendirmeye alır. Bu kulluk derecesinde olan kişi, tüm dünyevî kaygılardan kurtulmuş olur ve kalbi tamamıyla uhrevi kaygılarla doludur.
4. Sır kulluğu
Kul ile Hakk Teâlâ arasında saklı ve gizli kalan hallerin tamamına sır derler. Yanısıra sır, kalpte bulunan Rabbanî bir latifedir. Büyükler, “ruh muhabbetin, kalp marifetin, sır da müşahedenin mahallidir” derler. Tarikate ait sırrını, ağyara yani tasavvufa muarız ya da yabancı kişilere söylememelidir. Zaten sır olarak ifade edilen şeyler kendisi için önem taşır. Aynı tarikatten de olsa başkasını ilgilendirmez. Kişinin şeyhiyle arasındaki sırdır, mahremdir. Kişi ailesinin mahremi koruduğundan daha ziyade bu sırrı korumalıdır.
Akşemseddin Hazretleri bu derecedeki kulun, ne dünya, ne de ahiret kaygısında olmadığını, tek gayesinin Allah rızası ve O'na vasıl olmak arzusu olduğunu söyler.
5. Can kulluğu
Sûfiler, kalp kırmayı, Kabe'yi yıkmaktan daha büyük bir günah olarak ifade ederler. Çünkü kalp Allah'ın nazargâhıdır. Rasulullah Efendimiz tüm mahlukata ve tüm âlemlere rahmet olarak gönderilmiş ve toplumun hangi tabakasından olursa olsun insanoğluna en güzel şekilde muamele etmiştir. Kimsenin gönlünü incitmemeye dikkat etmiştir.
Akşemseddin Hazretleri, Allah'la vuslatı yani can kulluğunu isteyenlere incitilmeye tahammülü tavsiye eder. Hz. Peygamber Efendimiz Tâif'teki saldırılara karşı tahammül gösterip incinmemiş, hemen ardından Mirac hadisesi vuku bulmuş ve o gece müştak olduğu Rabbinin vuslatına ermiştir. Bu tahammülü ifa edenler de kendi iç âlemlerinde kabiliyetleri ölçüsünde mi'rac eder ve sonunda vuslat şerefine ererler.