KARA POGANDA VE OYUN İÇİNDE OYUN
Canibim.Com

KARA POGANDA VE OYUN İÇİNDE OYUN - Canibim.Com

 

 

                                                 GÖÇ

Rahim Er

 
 
   


Bugünkü dünyanın en ciddî mes’elelerinden biri göç vak’asıdır. Belki Covid-19 salgını bu gerçeği perdelemiştir ama vaziyet aynen böyle. Salgın, er veya geç bir gün biter, fakat göç, sürüp gider.


Adına ister göç, ister muhacirlik, ister sığınma, ister mültecilik… ne denirse densin insanın doğduğu, yaşadığı, toprağı olarak, vatanı olarak benimsediği yerden kopup meçhule doğru yol alması ne dünün problemiydi, ne bugünün problemidir ve ne de yarının problemi olacaktır.


Bu, çok kere bir dramdır. İnsanlığın bu tarafı; insanlığın bu hâile ve gâilesi, tarih kadar eskidir. İsrafil aleyhisselâmın “buraya kadar!” anlamında kıyamet habercisi sur’unu üflediği âna kadar da sürecektir.


Nitekim beşerin dünya macerası bir hicretle başlar. İlk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselâmın cennetten çıkarılarak dünyaya gönderilmesi bir göçtür. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın çok sevdiği şehri Mekke’den, sonradan adını Medine diye değiştireceği Yesrib’e hicreti destanî büyük bir hicret ve İslâm tarihinin kader kavşağıdır.


Musa aleyhisselam gibi diğer başka Resul veya Nebilerin de hayatlarında hicretler vardır. Hicretler, muhaceratlar, göçler, ilticalarda… gözyaşı vardır, acılar, haykıran sesler, tahammülfersa çileler vardır. “Ah vatan!” nidaları dört duvarları inletir. Sıla ve gurbet diye kavramlar insan gündemlerini doldurur.


Şu tarafı ise ayrı bir gerçek; beşeriyet, aynı zamanda bu göçlerle medeniyet merdivenlerinde yükselir. Göçlerde kavimler evvela birbirlerine yabancı kalırlar. Yerli olan yabancıyı öteler ve iteler. Yer yer husumetler yaşanır. Ne var ki zamanla yeni gelen, o cemiyet için aşı olur.


Yerli halkın yemekten ticarete, san’attan zanaata kadar hayatı zenginleşir. Dahası yaşlanmaya yüz tutmuş cemiyetler gelen gurbetçilerle gençleşip gürbüzleşirler.


“Kavimler Göçü” Orta Asya’dan batıya doğru yaşanmış bir insan seli hareketliliğidir. Göçler, az gelişmiş bölgelerden çok gelişmiş ülkelere, fukara iklimlerden müreffeh diyarlara doğru olur. Keza bazı zaferler, göçe kapı aralar. 1071 Malazgirt Zaferi ile Anadolu bize vatan oldu.


Amerika misalinde olduğu gibi bazı keşifler göçlerin diğer sebeplerindendir. 1962’lerden itibaren Türklerin Avrupa şehirlerinde görünmeleri fakirlikten kaçıştır. Suriyelilerin Beşar Esad zulmünden kurtulmak için vatanlarından meçhule yol almaları da zulümden kaçışa misaldir.


Göçler, iç ve dış diye ikiye ayrılır:

Adnan Menderes iktidarıyla birlikte hayatımıza yollar ve yeni vasıtalar girince köyden şehre, küçük şehirden büyük şehre göçler yaşanır olageldi. O iç göç, aradan üç çeyrek asır geçtikten sonra yeni yeni durmaya başlamıştır. O kadar ki bu dönem içinde bazı aileler birkaç kere şehir değiştirmişlerdir.


Bu iç göçler Anadolu’nun, Tanzimat’tan sonra bir asırdır bozulmayı yaşamakta olan büyük şehirleri, gecekondularla başlayarak çevreden merkeze doğru bir fetih hareketidir. O göçler olmasaydı bugün Türkiye’nin inanç, insan, siyasi ve sosyal yapısı elden gitmişti. Sevgili Peygamberimizin Hicret’i ilahi irade icazetliydi.


Bunun gibi diğer iç ve dış göçler de elbette kader fermanlıdır. Bizdeki iç göçü kaydettik. Bizden Avrupa’ya 60 yıl önce akan göçün ise bugün mevcut ve müstakbel neticeleri itibarıyla bir anlamda 3. Viyana Seferi olduğunu düşünüyoruz.


Biz, merhamet medeniyetinin fertleriyiz. Bu yüzdendir ki düşmüşe elimizi uzattık. 16. Asırdayken II. Selim zamanında Endülüslü Yahudileri Selanik, İzmir ve Balat’a yerleştirmiştik. 


1830’da Polonya’da politik buhran çıkınca bir kısım Polonyalılara Polonezköy’de yer açtık. 1853-56 Kırım Harbiyle Tatar Türklerini İstanbul köylerine kabul ettik. 1293 Osmanlı Rus Harbiyle Kafkaslar ve Balkanlardan milyonlar merkeze aktılar. 1917 Rus ihtilaliyle Beyaz Ruslar, İstanbul’u doldurdu. II. Dünya Harbi’nde Alman Yahudileri, şefkatimize sığındılar. 1979’daki Rus işgali üzerine Afganistan ayrılan mültecileri Van ve Kayseri gibi şehirlerimize dâhil ettik.


Yine 1979’da Humeyni darbesi üzerine bir kısım İranlılar bize geldiler, 1984’te Todor Jivkov zulmünden bunalan 300 bini aşkın Bulgaristanlı Türk, ana vatana döndü. 16 Mart 1988 tarihindeki Halepçe katliamında Saddam’a karşı Kürtlere çare olduk. 2 bin başlarında Hafız Esad’a karşı yine Kürtlere kol-kanat olduk. Uzunca bir zamandan beri de işsiz kalmış 100 bine yakın Ermeni’ye ise iş veriyoruz.


Ve en sonunda da 2011’de “Arap Baharı” aldatması üzerine çıkan Suriye iç savaşında bombalardan kaçan 5 milyon Suriyeliye kucak açtık. Şimdi de Afganistan’da gelişmekte olan yeni siyasi olaylar yüzünden yeni bir göç dalgası veya dalgaları beklenmekte.


Son çeyrek asırda yalnızca Suriye’den değil, Afganistan, Orta Asya, Ermenistan, Irak, Yemen, Afrika ve Balkanlardan göçler almaktayız. Kıtamızda, bölgemizde, yerkürede, insan hareketliliği bitmeyecektir. Adaletsizlikler devam ettikçe göçler de sürüp gider.


Tabiî bu gerçeklerin varlığı göçe kayıtsız kalmayı gerektirmez. Çünkü göçlerle aynı zamanda, her çeşidiyle kaçakçılık, insan istismarı, terör gibi birçok zararlı faaliyet doğabilmektedir. Diğer taraftan yerli nüfusla yabancılar arasında zaman zaman türlü dengesizlikler yaşanabiliyor.

Ne doğacak düşmanlıkla yabancı mağdur olmalı ve de de vatandaş haklarını kaybetmelidir. Her şart altında kim olursa olsun insan mağdur olmamalı, istismar edilmemeli.

Adalet dengeyi temin edebilmektir.

Göç, büyük olaydır.

İyi yönetilirse uzun vadede çok yönlü fayda elde edilir.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

                                                               Fondaş medya

Emin Pazarcı -27 Temmuz 2021

 

Yeni değil ki mesele. Osmanlı'ya kadar dayanan geçmişi var. Ruşen Çakır olayı, ortaya çıkan son halkalardan biri. Bugün tartıştıklarımız sadece devede kulak!


Abdülhamit'i indirmek için de yaptılar bunu. Dönemin gazetelerini alabildiğine yönlendirdiler.

Cumhuriyet döneminde de Sovyetler Birliği, "Beşinci Kol Faaliyeti" olarak benimsedi bu metodu. Sonra batılı devletler devraldı. Türk toplumunu yönlendirmek, değerlerinden uzaklaştırmak için büyük paralar harcandı.


Biz, yıllarca Alman vakıflarını tartıştık bu ülkede. Türkiye aleyhtarı faaliyetlerini ortaya koyduk. Ardından İskandinav ülkeleri ortaya çıktı. Hepsi aynı hedefe yöneldi. "Parayı veren düdüğü çalar" düsturuyla hareket edip, fonladıkları medya ve meslek kuruluşlarını düdük gibi öttürdüler.


Hiç unutmuyorum, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı yıllarda Türkmenistan'a gitmiştik. Düzensizlik ve vurdumduymazlık yüzünden saatlerce uçakta beklemek zorunda kaldık. Bu keşmekeş sırasında, zar zor izin alıp aprona hava almak için çıktık. Dönemin "deve dişi" tabiriyle anılan gazetecileri vardı içimizde. Bir ara kendi aralarında konuşurken, "eskiden de böyleydi" türünden ifadeler kullandılar. Çok samimi itiraflarda bulundular:


-Sovyet döneminde Rusya'ya gittiğimizde de benzer durumlarla karşı karşıya kaldık. Ama komünist idare olduğu için sesimizi çıkarmadık. Hatta, Türkiye'ye döndüğümüzde tam tersi bir görüntü veren yazılar yazdık.


Onlar fonlanmışlar mıydı, bilmiyorum. Ama en azından, ideoloji ile ruhları, benlikleri zapt edilmişti. O yüzden Türk Milletini yanıltıp, yanlış yönlendirme görevine soyunmuşlardı.

Yıllar boyunca yaptılar bunu...

FETÖ Medyası farklı mıydı peki?..


Değildi elbette. O, çok daha büyük ve sistemli bir operasyondu. Cemaat ya da Hizmet Hareketi adı verilen bir grup, topyekûn satın alınmıştı. Bizden görünüp bizi vurdular! Bu ülkedeki en büyük tahribatı ortaya çıkardılar.


Hepsinin maskesi aynı oldu:

"İfade hürriyeti, basın özgürlüğü" nutukları atıp, bu milletin özgürlüklerini elinden almak için çırpındılar. İllüzyonlar üretip, göz bağcılığı yaparak, efendilerinin değirmenlerine su taşıdılar.


Dün, millet sesini çıkaramıyordu. Hep birlikte saldırıyor, boğup yok ediyorlardı. Çok şükür ki, artık tartışıyoruz bunları. Tartışıp konuştukça, biraz eşeledikçe, sorunun çok ciddi ve kapsamlı olduğu daha iyi anlaşılıyor.


Tabii, halen bu utancı savunanlar var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, fonlanan gazetecileri değil, bunlara yönelik düzenlemeler planlanmasını eleştirdi.

Bence iyi oluyor, çok iyi...


Milletin gözünün önünde gerçekleşiyor her şey. Halk olan biteni çok daha iyi anlama ve algılama imkânı buluyor.


Türkçemizde çok güzel deyimler var. Mesela, "Kimse sırtına binmeyeceği merkebe semer vurmaz" gibi!..


Fonlama dediğimiz de böyle bir şey işte! "Tarafsız medyaya Avrupa desteği" türünden lafların tamamı hikâye! Bu süslü lafların hepsi göz boyama. Fonluyorlar ve karşılığını alıyorlar: Al gülüm, ver gülüm. Tartışılacak bir tarafı yok bunun.


Bence bu, basın özgürlüğüne vurulan bir darbe ve büyük bir utanç. Milletin de böyle düşündüğüne eminim.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

                                             Kişisel tahminlerim: Neden aşı olmuyorlar?

27 Temmuz 2021-Ahmet Hakan

Aşımız var. Hem de herkese yetecek kadar.

Gel gelelim 23 milyona yakın vatandaşımız, inatla ve ısrarla aşı olmaktan kaçınıyor. Yani arz var, talep yok. Peki ama neden? Elimde bir veri yok nedenlere dair. Sadece tahminlerim var. Onları yazıyorum:

*

- ÇİP: Özellikle komplo teorisyenlerinin ortaya attığı tezlerin etkisinde kalanlar, ilk zamanlar “Çip takacaklar” diyorlardı. Ama gitgide daha çok alay konusu haline geldiklerini fark ettiler. Bu nedenle sayılarında müthiş azalma var gibi. En azından bana öyle geliyor.

*

- KISIRLIK: Özellikle bazı bölgelerimizde görece eğitimsiz vatandaşlarımızın içine sürüklendikleri girdap... 8 çocuklu, 28 torunlu 80 yaşındaki dedelerin, “Aşı kısırlık yapıyor yeğen” diye aşı olmaktan kaçındıklarına dair espriler gırla gidiyor. Sesleri pek çıkmasa da en kalabalık grup bu gibi geliyor bana.

*

 

Herkes bu hileyi bilmeli

Bilmediğiniz ama aslında faydalı olan şeyler 

  

- TURKOVAK: “Yerli ve milli” propagandasının aşırı etkisi altında kalan bazı yurttaşlarımız, yerli aşının piyasaya çıkmasını bekliyor galiba. Sayıları da az değil. “Elin aşısını olacağıma kendi aşımı olurum” diye bekleme içindeler galiba. Fakat koronavirüs denilen illetin beklemeye hiç niyeti olmadığını bilseler iyi olacak.

*

- TEMKİN: Tahminime göre sayıları en kalabalık grup bunlar. Bunlara “temkinliler” diyebiliriz. “Aşının ileride nelere yol açacağı belli değil, en iyisi ben hiç bulaşmayayım” yaklaşımında olduklarını sanıyorum. Aşı karşıtı bazı bilimsel şarlatanların bu kesim üzerindeki etkisi büyük ve galiba söylentilere en çok bunlar aldırış ediyor.

*

- İNKÂR: Bu kesimin görüşünü, “Kovid movid yok, hepsi yalan, hepsi numara, hepsi tiyatro” diye özetleyebiliriz. Büyük oyunu görenler bunlar. İnternette çok dolaşıyorlar. Orada işittikleri her türlü saçmalığa çabuk inanıyorlar. İkna edilmeye en kapalı kesim bunlar. Sayıları da az değilmiş gibi geliyor bana.

*

- SIVI: Aşı yerine, “sıvı” demeyi tercih eden bir grup var. Bunlar, “Ne olduğu belli olmayan sıvının vücuduma girmesine asla izin vermem” diyorlar. Ben bunların da bayağı bir kalabalık olduğunu düşünüyorum.

 

 

 

Tüm GÜNCEL MESELELER