MAZİSİ TEMİZ OLMAK
Canibim.Com

MAZİSİ TEMİZ OLMAK - Canibim.Com

                                                     Benim de kasetim var mıdır?

Rabb'imizin bize yol gösteren iki kitabı vardır.

Kitaplardan birisi, Hazreti Adem Aleyhisselam yaratılmadan önce insanoğlu için yaratılan dünya sarayının tavanına trilyonlarca yıldız takıveren, dünyayı dağlar, denizler, ormanlar, dereler, çiçekler, böcekler, taşlar, kuşlar...la süsleyen ve her yaprak, her çiçek, her canlı ile insanı eğittiği Rabbimizin tabiat kitabıdır.


Hani Fatih Sultan Mehmet, Topkapı Sarayı’nı yapmaya karar verdiğinden yer seçimi yaparken birkaç tane koyun ciğerini birkaç tepeye astırır ve en son bozulan yerin şimdiki Sarayburnu tepesi olması nedeniyle Topkapı Sarayı oraya yapılır.


Ben, Sultanahmet Camii kenarında yedi yıl kiracı olarak kaldım.

Sultanahmet Camii’nden Sarayburnu’na kadar yerlerde havası hep serin olur. 365 günde sivrisinek görülmez, ince sazı duyulmaz.


Hani, internette dolaşan “Dedem derdi ki” başlığı altında bir bilgi vardır:

“Atın su içtiği yerden su iç”

Köy çocukları bunu iyi bilir. Dağda akarsuyun olmadığı yerlerde su birikintisi varsa ve sen de susuz kalmışsan atın o sudan içerse sen de iç. Çünkü at o suyun zehirli olduğunu Rabbimin verdiği tabii bilgiyle bilir.


“İçinde kurt olan meyveyi ye” ilaçsızdır.

“Kuyuyu, kuşların sıcak zamanlarda eşelendiği yere kaz”

“Tavuklar yatınca yat, horozlar ötünce kalk”…gibi dede nasihatleri binlerce yıllık tabiat okumanın sonucunda elde edilen bilgilerdir.

Şimdi ise ilim adamlarımız teknik aletlerle insanların işini kolaylaştırmışlardır.


Bizim köyümüzü kuran Karamanoğlu Mehmet Bey’in bugünkü ifadesiyle Genelkurmay Başkanı, Şikari’nin “Karamanname”sine göre Göcer beğdir.


Göcer beğ yaşlanınca oğlu yerine geçer ve Karamanname’deki adı Göceroğlu’dur.

Köye yerleşirken Horasan’dan bizim köye gelinceye kadar aradan geçen yüzlerce yıl içinde insanın içine yerleşen tabii bilgilerle dolmuş ve bizim köyün yerini seçmiş.


Köyün bağrı güneşe açıktır.

Denizden 1285 metre yüksekliktedir ama Göksu nehri kenarında Akdeniz bitkileri vardır, yaylamızda Erzurum mahsulleri yetişir.


Köyün yaslandığı dağın yönü güneye dönük olduğundan caminin ve köyün bütün evleri kıbleye bakar ve bütün evler güneş ışığından yararlanır.

Kışın, karayel ile poyraz rüzgârı köyün üstünden aşar gider.


Dağın eteğinde kıvrımlı bir yerde bu iki üşütücü rüzgâra karşı da korunaklıdır.

Bunu köyümü tanıtmak için anlatmıyorum.

Bütün eski köylerimizde binlerce yıllık tabiat bilgisinin eserleri görülebilir.

Bu tabiatı okumaktır.


Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de gökyüzünün, yeryüzünün, uyumamızın, gecenin, gündüzün, ayın, güneşin, yaratılan her şeyin Allah’ın ayetlerinden olduğunu haber verir.


Yani daldaki yaprağın açması, solması, yere düşmesi, rüzgâr önünde savrulması, güneşin milyarlarca canlı cansız her şeye faydalı ışık ve ısı vermesi bütün bunların hâlâ daha ilim adamları tarafından sayımının bile yapılamamış olması bizim okuduğumuz ayetlerdir.


İkinci kitabımız da Hazreti Adem Aleyhisselam’dan Sevgili Peygamberimize kadar gönderilen peygamberlerden bazılarıyla gönderilen kitaplardır ve bugün bütün o kitapları içinde barındıran ve kıyamete kadar gelecek insanlara yol gösterecek şekilde olan Kur’an-i Kerim’dir.


Tabiatı okuma konusunda ilim adamlarımızın icatları işimizi kolaylaştırırken, çağımızın zorba zalimleri, kendi çıkarlarına engel oluyor diye Kur’an-i Kerim’i okuma, anlama ve çağın insanına kılavuz kitap olmaması için bütün engelleri çıkarıyorlar.


İnsanlığın kan ağlaması, gözyaşı dökmesi, sömürgenlere hizmet etmesi için eğitim ve sağlığa ödeyeceği paranın kaç katını öldürücü silahlara ve zombileştirilmiş  ve de mankurtlaştırılmış askerlere ayırıyorlar.


Kur’an-i Kerim’de “Rahmet Peygamberi” olarak tanıtılan Sevgili Peygamberimiz, sağlığında 23 yılda iki milyon metrekare toprak üzerindeki insanları insana kul ve köle olmaktan, zalimler elinde sızlanmaktan kurtarmış.


Ve bütün bunları yaparken, insanların malına, canına göz dikmeden gönlüne hitap etmiş.

Zalim krallara bile yazdığı mektuplarda beyinlerine rahmet damlası damlatmış.

Müslüman olanlar olmuş, olmayanlar da olmuş.


Bugün bizim işimiz, hem tabiat ayetlerini laboratuvardan dağ tepelerinden denizin derinliklerine kadar okumaya devam ederken, eşyaya, hayvanlara ve insanlara karşı davranışlarımızda Kur’an-i Kerim’in yol gösterici ayetlerini, Sevgili Peygamberimizin anlayışı ve uygulamasını öğrenip uygulamaktır.


Yoksa güçlünün kurallarına kul olmaya devam edersek, çocuklarımız bizden daha beter hallere girecekler. Allah korusun.

Güçlü görünen zalimler arasında, içinde bulunduğu durumdan rahatsız olanlar var.


Ama ellerinde terazi olacak Tevrat ve İncil kitapları, krallar ve papazlar tarafından ayarı bozulduğundan, tahrif edildiğinden doğruyu kendileri belirmeye başlamışlar ama dünyadaki ekonomik dengesizlik ile dünyayı kan gölüne çevirmekten kurtaramadıklarını görüp çıkış yolu arayan insaflı ve güçlü insanlar var.


İşte İslam, onlara ulaştırılmalı.

Ama dikkat edelim, bu temiz ve temizleyici İslam dinini ulaştıranlar da tertemiz olmalıyız.

“Acaba ellerinde benim de kasetim var mıdır” endişesi duymayacak olanlar, yepyeni bir nesil için ellerini, dillerini ve gönüllerini bu tertemiz işin altına koymalıdırlar.


Kasetimizin olmaması için tek yol, İslam’ın emir ve yasaklarına uygun hareket etmek yeterlidir.

Photoshopla yalan kaset yaparlarsa!

Korkma.


Hazreti Yusuf’a yapılan iftira, (bugünkü Photoshopla yapılan)  hakim kararıyla da onaylandığında Mısır’a devlet başkanı olma yolunu açmışlardı.


Hazreti Aişe anamıza iftira yayanlar, kendi yalanları Rabbimiz tarafından yüzlerine vurulunca, insan yüzüne bakamaz hale geliverdiler.


Rabbimiz buyurur:

 “Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse Allah öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar, Allah yolunda cihat yaparlar ve kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu boldur, O her şeyi bilendir.” (Maide Süresi, Ayet 5/54)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------


                           Türkiye’nin gerçek istiklâl ve istikbal savaşı asıl şimdi başlıyor…

11 Haz 2021, Cuma-Yusuf Kaplan -Yenişafak Gazetesi
 

Osmanlı, kucak açmıştı bütün gayr-ı müslimlere. Hem Müslüman olmaya zorlamamış hem de Müslüman olanlarına devletin en kritik kurumlarını ve pozisyonlarını açmakta, emanet etmekte sakınca görmemişti. Devlet-i Âliye idi, ne de olsa! Koca devletti. Büyük devlet. Devlet ebed müddet.

Ama ilk zaaf anından itibaren emanete ihanet ettiler: Bütün gayr-ı müslimler, özellikle de devşirme türünden olanlar, Batılılarla birlikte hareket ederek Osmanlı’nın ipini çekmekte tereddüt etmediler.


ÇOK ACIMASIZ OLACAKLARINI BİLEBİLMELİYDİK!

Şunu iyi bileceksiniz: Osmanlı, dışarıdan saldırılardan ziyade içeride çevrilen entrikalarla çökertildi, paramparça edildi.

Osmanlı’yı içerden çökertenler, devşirme şebekelerdi: Her dönemde iktidar olan devşirmeler!

Çok acımasız olacaklarını bilebilmeliydik: Osmanlı’nın yıkılmasında kilit rol oynadılar.


Osmanlı’nın bütün kurumlarını ele geçirdiler öncelikle. İngilizlerin ve Yahudilerin hem güçlü ve açık destekleriyle hem de görünmeyen, devletin hücrelerine kadar nüfûz eden gizli entrikalarıyla.


Devşirmeler, bu ülkeyi düşünmediler hiçbir zaman. Kendi çıkarlarını ve iktidarlarını düşündüler! Türkiye’nin ekonomisine hâkimler! 350 aile, koskoca ülkenin kaderine hükmediyor!

Bu kadar küçük ama küresel ölçekte derinlemesine örgütlü baronik masonik devşirme şebeke, ülkeyi esir almış durumda iki asırdır!


Abdülhamidcilik mi geçer akçe?

En iyi Abdülhamidçi onlar!

İttihatçılık mı geçer akçe?

En iyi ittihatçı onlar!

Atatürkçülük mü geçer akçe?

En iyi Atatürkçü onlar!

KÜRESEL SİSTEMİN VE ÇIKARLARININ BEKÇİLERİ!


Ülkenin ekonomisine hâkim bu baronik masonik şebekeler; ülkenin çıkarlarını korumuyorlar; küresel sistemin ve lordlarının çıkarlarının bekçiliğini yapıyorlar bu ülkede!


Ekonomiye de, bürokrasiye de yön veriyorlar!

Ekonomiye hâkim oldukları için kültür de, sanat da kontrollerinde.

Bürokrasiye hâkim oldukları için de eğitim onların ellerinde.


Tek dertleri var: Her alanda ele geçirdikleri iktidar aygıtlarına daha fazla hâkim olmak. Bunun için de önlerindeki takozu temizlemek, yani Türkiye’nin İslâm’la bağlarını koparmak!


Eğitimi, İslâm medeniyetinin ruhundan, birikiminden, izlerinden temizlemek. Kültürün, sanatın da İslâmî ruh köklerini kurutmak. Köksüz, ruhsuz, Batı kültürünün karikatürü gölge bir kültüre, sanata dönüştürerek toplumun İslâmî dinamiklerini dinamitlemek, ekonomide, kültürde, sanatta, eğitimde iki asırdır kontrollerinde olan iktidarlarını tartışmasız hâle getirmek.


Oysa bu toplum, İslâm’ı yitirdiği zaman, istiklalini ve istikbalini de yitirecektir.

Toplum, İslâm’ı yitirmedi, direndi şimdiye kadar. Toplumun İslâm’la ilişkisini koparmaya dönük tepeden inmeci, devşirmeci laik dayatmalar tutmadı, geri tepti uzunca bir süre.


Şimdi sekülerleşme süreci, küreselleşmeyle birlikte yeni bir dünyanın eşiğine bırakıyor bizi, hepimizi, bütün yerküreyi: Tek tip yoz ve yozlaştırıcı sefih popüler Batı kültürü ve hayat tarzı bütün dünyada hâkim olmaya başladı ve bütün toplumların kültürel aidiyet biçimlerini ve bilinçlerini yok ediyor hızla…


Bu duruma “dur!” diyemezsek, yok olmaktan kurtulamayız.

Özellikle biz.


Biz, diyorum; çünkü modern tarihte ruhköklerini, kültürel zihin setlerini, değerlerini, aidiyet biçimlerini, eğitimden, kültür ve sanat hayatından önce sürgün eden, sonra da inkâr ederek yok eden tek toplum biziz.


Kendi kendini sömürgeleştiren tek toplum bu toplum şu çivisi çıkmış dünyada.

Bu toplum dışarıdan / Batılılar tarafından ele geçiril-e-medi; içeriden devşirildi, devşiriliyor celladına âşık edilen sözümona “yerli” işbirlikçiler / Batıcılar tarafından…


KAOS İKİ ASIR ÖNCE BAŞLADI…

Bu ülke, bizim elimizden alındı iki asır önce. Süreç, iki asır önce başladı. Bu devşirmelerden, Batılıların gönüllü acentaları ve epistemik kölelerden ülkeyi alabilmenin tek yolu var: Ruhköklerimize sahip çıkmak ve çağrımızın çağını kurabilmesi için içinde yaşadığımız çağı iyi tanımak, dolayısıyla kendi kavramlarımızla yeniden tanımlamak.


Velhâsılı kelâm: Eğitimde, kültürde, sanatta, gençlikte, şehircilikte, medyada kazanılamayan istiklal ve istikbal mücadelesi kaybedilmeye mahkûmdur.


Türkiye kaosa yeni sürüklenmiyor. Türkiye eğitimde, fikirde, kültürde, sanatta medeniyet dinamiklerini yitirdiği iki asır öncesinden felsefî, zihnî kaosa sürüklendi. Son yarım asırdır yaşanan, son 7-8 yılda da tırmanan siyasî kaos, sonuçtur sadece.


Nietzsche, büyük adamdı: Büyük kaosları sonuçlara bakarak bırakınız çözebilmeyi, anlayamazsınız bile.

Benzer gözlemleri Wittgenstein da yapmıştı: Köklü sorunları ancak köklü çözümlerle halledebilirsiniz. Yoksa kangrene dönüşmesini önleyemezsiniz.


Türkiye’nin geri dönüşü zor bir kaosa sürüklenmesini önlemenin yolu, siyasî düzenlemeler yapmaktan ziyade (siyasî sorunlar, sonuçtur) hem kendimizi / İslâm’ı hem de çağı derinlemesine tanımaktan, özlü bir ifadeyle, köklere inerek göklere yükselmekten geçiyor…


Türkiye’nin savunma sanayisinde yaptığı devrimi, eğitimde, fikirde, kültürde, sanatta ve gençlikte de yapabilirsek ülkeyi devşirmelerden geri alma konusunda büyük adım atmış oluruz.


Asıl büyük savaş, ülkenin gerçek istiklal ve istikbal savaşı şimdi başlıyor…


Tüm YAZILI SOHBETLER