ÖLÜ TOPRAĞINI ÜSTÜMÜZDEN ATALIM
ÖLÜ TOPRAĞINI ÜSTÜMÜZDEN ATALIM - Canibim.Com

 

                                  Yeni bir fecr-i sâdıka doğru

.

Bu gün yıllar önce okuduğum fikir ve yaşam dünyamı çok etkileyen Ebu-l Hasan Ali Nedvi’nin “Medine Yolunda”adlı risalesinden bazı alıntılar ve yorumlarla günümüze ışık tutması amacıyla bir değerlendirme yapmak istiyorum. O kutlu yolculuğun başladığı Mekke ve Medine’den; adalet ve merhamet ikliminin dalga dalga yayıldığı, en güzel vefakârlık, fedakârlık hislerinin yıllarca buram buram koktuğu, iman ve ahlak bağıyla temiz ve asil ruhların birbirlerine kenetlendiği bu topraklar asırlarca zulme karşı adaletin ve merhametin bayraktarlığını yaptı.

Ancak bugün gelinen noktada başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok İslam ülkesi yöneticilerinin sevgi, merhamet ve adalet önderi Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e olan his ve ruh bağlarındaki zafiyetleri, makam ve şöhret düşkünlüğü, saltanat hevesi ve yöneticilerinin basiretsizliği, izzeti, şerefi ve iktidarı his yoksulu sırtlan sürüsü emperyalizmin küresel gücü ABD’nin yanında olmakta aramaktadırlar. İslam’ı kabul etmelerinden dolayı her türlü eza ve işkenceye; sabır, sebat, zevk ve saadetle katlanan sahabelerin Uhud’da; “Resulullah (s.a.v.) öldürüldü”diyenlere, “Onsuz bir hayatı ne yapmalı, haydi biz de Onun gibi ölelim”, ve “Uhud’suz cennetin kokusunu alamam” diyen sahabelerin diyarından bugüne gelinen noktada durum tüyler ürpertici.

İslam şairi Filozof Muhammed İkbal, “Dünyanın her tarafını gezdim. Ölümden korkan Müslümanlarla dolu şehirler gördüm. Fakat ölümün kendisinden korktuğu bir tek Müslümana rastlamadım” diyor. Bunun sebebini merhum İkbal şöyle izah ediyor: “… Zira kalpleri şaşkın, akılları karışık, emekleri boş, emelleri zayıf olup hayatlarının tadı ve zevki yoktur. Böyle bir hayat, kalp sahibi olup sevgiliden mahrum veya aşkı bilip sevgilisini tanımayan bir kimsenin acı, elem, ıstırap ve şaşkınlık dolu hayatıdır.” Sömürücü Batı ile mücadelede iki şairin kaderi aynıdır; Mehmet Akif Ersoy ve Muhammed İkbal.

Merhum Akif, Necid Çöllerinden Medine’ye şiirinde:

“Ne istersin ki, beraber ben de istemeyeyim?

Şu ben ki… Her birinin ayrı ayrı kardeşiyim.

Ezelde kaynaşan ervaha ayrılık var mı?

Cihan yıkılsa bu vahdet yerinden oynar mı?

Olunca minberimiz, Arş’ımız, Hüda’mız bir;

Benim de beklediğim nur onun da gayesidir.”

Ne Muhammed İkbal ve ne de Mehmet Akif Ersoy, ruhlarını ve vicdanlarını başkasına satmamışlardır. Hz. Yakup (a.s.) gibi elem ve kederlerini sadece Allah’a arz ettiler. O’na adadıkları gür seslerini ve nefeslerini toplumları ile paylaştılar onlarla kucaklaştılar. Hz. İbrahim(a.s.) gibi ateşe samimiyetle oturdular ve selamete çıktılar. Fakat bugün sevgi, şefkat, sadakat ve merhamet mefhumuna yabancı, menfaat ve maddeden başka bir şeyi tanımadığı, varlığı sebebiyle; kan, kin, nefret, ölüm ve esir pazarına dönmüş bir dünyanın ve özellikle İslam coğrafyasının makûs talihini Allah’ın izni ve yardımıyla değiştirecek, bu ateş çemberini yıkacak ciddiyet ve vakar sahibi; adalet ve hakkaniyeti ölçü edinmiş bir merhametli ele ihtiyaç var. Şirk, masal ve putperestliklerin saçmalıklarının çirkinliğinden, bağnazlığından vahyin aydınlığına yönelmiş yeni bir dile ihtiyaç var. Ülkelerimizi ve İslam coğrafyasını kimyasal ve konvansiyonel silahlarla yok etmeye çalışan ister kapitalist, ister sosyalist devletlerin hâkim olduğu yerlerde; sömürü, ihtiras, isyan, haksızlık, sadakatsizlik, zulüm, ihanet, suiistimal, menfaat, ırkçılık, adaletsizlik, merhametsizlik, karaborsacılık, rüşvet gibi gayri insani ve gayri ahlaki düzensizliğe, şerre ve kötülüğe dur diyecek izzet ve şeref sahibi bir iradeye ihtiyaç var. O irade; “Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı azamet sahibidir.”  Allah ve Resulünün izinde giden Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Selahaddin-i Eyyubi, Gazneli Mahmut, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim, Muhammed İkbal ve Mehmet Akif Ersoy gibi azamet ve şefkat sahibi, mazlum ve mustazafların yanında yer alan, yürekleri aşk ve huşu dolu bir el bu topraklara dokunmadıkça hayatımız ve geleceğimiz tehlike altında demektir. “Kanın kokusunu alan sırtlanlar gibi binlerce km'den gelip bu topraklara üşüşen” emperyalistlere dur diyecek korkusuz ve iman dolu yürekli bir ses, bu topraklardan çıkacaktır, biiznillah. Hiçbir güç bu güneşi batıramayacaktır. “Siz Allah’a yardım ederseniz,   (Allah’da ) size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed/7).  “Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz da Allah (c.c) sizi (Resul-i Ekrem’i (s.a.) vasıtasıyla)  kurtardı.” (Al-i İmran/ 103). İyi bilelim ki “sıkıntıların sonunda ferahlık vardır. Karanlık gecenin sonu aydınlıktır.” Öyleyse dava şuuru ile yüklü genç kardeşim, doğrul ve ayağa kalk!    

 “Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,

  Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.”

  Vesselam. -   Mehmet Doğan

 

Tüm YAZILI SOHBETLER